Küresel ısınma, iklim değişikliği ve bu olayların sebep olduğu çeşitli sorunlar her geçen gün daha açık bir şekilde görünür hale gelmektedir. Bu uzun ve yavaş işleyen süreç, kaçınılmaz olarak uzun ve kısa vadeli etkiler doğurmaktadır. Küresel ısınmanın etkilerinden korunmak adına atılan önlemlerden biri de Kyoto Protokolü’dür. 1997 yılında birçok ülkenin katılımıyla imzalanan bu uluslararası anlaşma, küresel ısınmanın etkileriyle mücadelede birlikte hareket etmeyi amaçlamaktadır.

Kyoto Protokolü zararlı gaz emisyonlarını %5 oranında azaltmayı hedeflerken, iklim değişikliğini önlemek için atılan bu adım, birçok insanın ilgisini çekerek iklim değişikliği konusunda daha fazla bilgi edinmelerine olanak tanımıştır. Bu protokol sadece günümüzü değil, aynı zamanda geleceğimizi de etkileyen önemli bir adımdır.

Kyoto Protokolü Nedir?

Büyük ölçüde insan faaliyetlerinden kaynaklanan karbon emisyonu, ortalama dünya sıcaklığının artmasına sebep olmaktadır. Sera etkisine neden olan zararlı gazlar arasında yer alan azot, karbondioksit, metan, hidroflorokarbon ve florokarbon gibi emisyonların azaltılması, önemli bir hedef haline gelmiştir. Karbondioksit oranını 1939 seviyelerine indirmek şu an için zorlu bir hedef olsa da birçok ülke bu emisyonları azaltmaya yönelik birçok taahhütte bulunmuştur. Ülkemiz, Kyoto Protokolü'ne 2009 yılında resmi olarak katılmıştır. Protokol, 16 Şubat 2005 tarihinde yürürlüğe girdi ve bugüne kadar 191 ülke ile Avrupa Birliği tarafından benimsenmiştir.

Kyoto'da imzalanan protokol, sanayileşmiş ülkeleri belirli sorumluluklar altına sokmaktadır. Bu protokolün kapsamında, sera gazı emisyonlarını sınırlama taahhüdü öne çıkmaktadır. Yükümlülükler yerine getirildiği takdirde, atmosferdeki sera gazı yoğunluğunun güvenli seviyelere düşmesi hedeflenmektedir.

Kyoto Protokolü’nde Alınması Gereken Önlemler

Kyoto Protokolü, devletlere zorunlu olmasa da belirli taahhütler getirerek birçok yaptırım öngörmüştür. Bu yaptırımların bir sonucu olarak, bazı maliyetli yatırımların gerçekleştirilmesi gerekmektedir. Bu yatırımların amacı, atmosferdeki zararlı gazları 1990 öncesindeki seviyelerde tutmak için etkili bir çözüm sunmaktır. Protokole göre, bu taahhütlerin yerine getirilmesi amacıyla aşağıdaki önlemler alınması önerilmiştir:

•Atmosfere salınan zararlı gaz miktarının %5'e düşürülmesi
•Endüstri faaliyetleri, trafik hareketliliği ve ısıtma sistemleri kaynaklı olarak açığa çıkan sera gazlarının azaltılması
•Fosil yakıtların yerine doğal yakıt seçeneklerinin incelenmesi
•Isınma ve üretim süreçlerinde enerjinin en az düzeyde kullanılması
•Çimento ve çelik gibi enerji yoğunluğu yüksek fabrikalarda gelişmiş atık yönetim sistemlerinin uygulanması
•Belirli bir yakıt tüketim sınırını aşan işletmelerin diğerleriyle karşılaştırıldığında daha yüksek vergilendirilmesi
•Termik santrallerde karbon filtreleme sistemlerinin daha etkin bir şekilde kullanılması

Kyoto Protokolü ve Türkiye

2004 yılında BMİDÇS'ye (Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi) üye olan Türkiye, uzun bir süre Kyoto Protokolü'nü imzalamama kararı almış ve bu kararı 30 Mayıs 2008'de resmi olarak değiştirmiştir. Daha sonra 30 Mayıs 2008'de Türkiye resmi olarak Kyoto Protokolü'nü imzalama kararı almıştır. Türkiye'nin Kyoto Protokolü'ne taraf olma sürecindeki bu geçiş, ülkenin sera gazı emisyonları, enerji politikaları ve çevresel taahhütleri gibi konularda uluslararası bir çerçeve içinde yer almasını sağlamıştır. Kyoto Protokolü kapsamında Türkiye belirli emisyon azaltımı hedefleri belirlememiş, ancak ulusal önlemler ve politikalarla sera gazı emisyonlarını kontrol etmeyi taahhüt etmiştir.

Kyoto Protokolü, küresel iklim değişikliği ile mücadelede bir dönüm noktası olmuş olsa da, sonraki yıllarda Paris Anlaşması gibi yeni uluslararası anlaşmalar ve yükümlülükler ortaya çıkmıştır. Türkiye de Paris Anlaşması'na taraf olmuş ve küresel çapta iklim değişikliği ile mücadelede yer almaya devam etmiştir.

Kyoto Protokolü ve Paris Anlaşması

Kyoto Protokolü ve Paris Anlaşması, küresel iklim değişikliğiyle baş etmek adına önemli adımları içeren uluslararası anlaşmalardır. Her iki anlaşmada, sera gazı emisyonlarını azaltma, iklim değişikliğiyle mücadele etme ve sürdürülebilir enerji kullanımını destekleme amacını taşımakla birlikte, bu hedeflere ulaşmak için farklı stratejiler ve yaklaşımlar benimserler.

2020 sonrasındaki iklim değişikliği rejimini belirleyen Paris Anlaşması, 2015 yılında Paris'te düzenlenen BMİDÇS 21. Taraflar Konferansı'nda kabul edilmiştir. COP 21 kapsamında, dünya genelindeki tüm ülkeler, ilk kez 2020 sonrası dönem için sera gazı emisyon azaltımı taahhüdünde bulunmuştur. Anlaşma, küresel sera gazı emisyonlarının en az %55'ini oluşturan en az 55 ülkenin anlaşmayı onaylaması şartının karşılanmasıyla, 4 Kasım 2016'da yürürlüğe girmiştir. Paris Anlaşması, kabul edilmesinin ardından sadece bir yıl içinde yürürlüğe giren ilk küresel anlaşma olma özelliğini taşımaktadır.

Paris Anlaşması'nın uzun vadeli sıcaklık hedefi, küresel ortalama sıcaklık artışını sanayi öncesi seviyelerden 2 °C artış seviyesi ile sınırlamakla birlikte, hatta bu sınırlamayı daha da aşağı çekmek için çaba sarf edilmesidir. Çünkü sıcaklık artışını 2 °C yerine 1,5 °C'ye düşürmek, iklim değişikliğinin risklerini ve etkilerini önemli ölçüde azaltmanın mümkün olduğu görüşü benimsenmektedir. Bu hedefe ulaşabilmek için, emisyonların mümkün olan en kısa sürede azaltılması ve 21. yüzyılın ikinci yarısına kadar salınan ve tutulan sera gazlarının dengelenmesi amaçlanmaktadır. Paris Anlaşması'na göre her ülkenin küresel ısınmayı azaltma taahhüdünü belirlemesi, planlaması ve düzenli olarak raporlaması gerekmektedir.

Kyoto Protokolü'nün Geleceği

Kyoto Protokolü, küresel iklim değişikliği ile mücadelede önemli bir kilometre taşı olmuş olmasına rağmen, günümüzün dinamik ve karmaşık iklim sorunlarına uyum sağlamak adına gelecekte nasıl evrileceği büyük bir merak konusu haline gelmiştir. Protokol, ilk etapta sadece belirli sanayileşmiş ülkeleri kapsayan bir anlaşma olarak başlamış, ancak ilerleyen yıllarda birçok ülkenin katılımını hedefleyen daha geniş bir küresel hedef haline gelmiştir. Gelecekte daha geniş uluslararası iş birliği ve çeşitli katılımcıların daha kapsamlı iklim hedeflerine yönelik taahhütleri, Kyoto Protokolü'nün evrimine önemli bir katkı sağlayabilir. Protokolün Paris Anlaşması gibi sonraki küresel iklim anlaşmalarıyla ilişkisi göz önüne alındığında, Kyoto'nun gelecekteki rolü, daha sürdürülebilir ve kapsayıcı bir küresel iklim çerçevesine entegre olma potansiyelini yansıtmaktadır. Dolayısıyla, protokolün etkili bir biçimde hayata geçirilmesi için sürdürülen çabalar, iklim değişikliğiyle mücadelede önemli bir yönlendirici harita oluşturma açısından hayati bir rol oynamaktadır.